İslâm medeniyetinde âlimlere, ifsat amacı gütmeden, her koşul altında hakkı söyleme ve haktan yana tavır koyma misyonu yüklenmiştir. Zira âlimler peygamberlerin varisleri olarak görülmüşlerdir. Bunun yanı sıra tarihte gerek ıslah düşüncesiyle, gerekse kişisel çıkar elde etmek amacıyla iktidarlara yanaşan ve iktidardakilere karşı açıkça görüşlerini beyan etmeyen ya da bunu âlimler de vardır. Kuşkusuz, bazı yöneticilerin hatalarını engelleme ve onları uyarma konusunda onlarla iyi ilişkiler kuran âlimlerin olumlu etkileri göz ardı edilemez. Ancak iktidarla ilişki kurmak, âlimin mizacına ve basiretine bağlı olmak üzere değişkenlik arz eder. Örneğin İmâm-ı Azam Ebû Hanife, Halife Ebû Câfer el-Mansûrun görev teklifini reddederken, İmâm-ı Azam Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf görevi kabul etmiş ve 'Baş Kadı' olmuştur. İktidara mesafeli duran ve kendine özgü duruşu olan âlimler söz konusu olduğunda genellikle Saîd b. Cübeyr, İmâm-ı Azam Ebu Hanife gibi birkaç isim akla gelir. Bizim amacımız, bunların dışında da duruşlarıyla ve düşünceleriyle yöneticilerin yanlışlarına karşı tavır takınan birçok isimsiz kahraman olduğunu hatırlatmaktır. Kendisinden söz edeceğimiz İbnü Ebî Zib, Emevî döneminin ortalarında, Abdülmelik b. Mervânın hilafeti döneminde, (H.80-M.699) yılında dünyaya geldi. İbnü Ebî Zib, İmâm Azam ile çağdaş olan Medine âlimlerinden olup kendisinden hadis rivayet edilen Tâbiîn neslindendir.
Tam adı, Ebül-Hâris Muhammed b. Abdurrahman b. el-Muğîre b. Ebû Zib olup Kureyş kabilesinin Âmir b. Lüey kolundandır. Annesi Büreyhe de aynı kabileden olup Ebû Zibin torunlarındandır.
Büyük dedelerinden Ebû Zib lakaplı Hişâm b. Şubeye nispetle İbnü Ebî Zib olarak şöhret bulmuştur. Tâbiînin önemli âlimlerinden İkrime el-Berberî, Nâfi, ez-Zührî gibi kimselerden hadis aldığı gibi, Mamer b. Râşid, Süfyân es-Sevrî ve Abdullah b. Mübârek gibi dönemin önemli âlimleri de kendisinden hadis nakletmişlerdir. Kütüb-i Sittede (altı hadis kitabı) rivayetleri bulunmaktadır. Hadis rivayet etmesi için Bağdata davet edilmiş, bir süre orada kaldıktan sonra Medine dönmüştür. (H.159-M.776) yılında Kûfede vefat etmiştir. Kendisiyle ilgili IV. (X.) asırda yazılmış olan bir biografi Zâhiriyye Kütüphanesinde yazma eser olarak mevcuttur.
İbnü Ebî Zibin Kaderiyyeden olduğunu söyleyenler varsa da, bunun doğru olmadığı birçok müellif tarafından özellikle belirtilmiştir. İbnü Ebî Zib, Kaderiyye'nin görüşlerini kabul etmez ve onları ayıplardı. O, iyiliği çok seven ve teşvik eden bir adamdı. Kimseyi yanından kovmaz, kimseye karşı olumsuz tavır takınmazdı. Hasta olduğunda, insanlar onun ziyaretine gelirlerdi. Gecelerini namaz kılarak geçirir ve kendini tamamen ibadete verirdi. İbn Sadın naklettiği bir rivayette onun yaşantısı hakkında şu tespit yer alır: Eğer ona Kıyamet yarın kopacak. denilse, bu durum onun üzerinde, kendisini ibadete daha fazla vermesi konusunda, daha fazla etkili olmayacaktı.
Muhammed, bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Yiyeceği, ekmek ve zeytin yağından ibaretti. Bir sarığı, bir de gömleği vardı. Yazın da kışın da onları giyerdi. Hakkı söyleme bakımından insanların en keskin olanlarındandı.
Yaşadığı dönemde meydana gelen Muhammed Nefsüzzekiyye [arınmış nefis] ayaklanması sırasında evine kapandı ve Muhammed öldürülünceye kadar evinden çıkmadı.
Özellikle yöneticilerle iş yapmaktan ve onların emrinde çalışmaktan kaçınırdı. Dönemin Medine valisi Ziyâd b. Ubeydullah el-Hârisî, bazı işlerde görevlendirmek için İbnü Ebî Zibi huzuruna çağırdı; fakat Ebî Zib önerilen görevi kabul etmedi. Ziyâd ısrar etti. İbnü Ebî Zib de görev almayacağına dair yemin etti. Vali ısrarına devam etti:
O'na yazısını verin!
O'nu kabul etmiyorum.
İstese de istemese de o'na yazısını verin! Onu ayağından tutup sürükleyin!
Ebî Zib'in görev almamakta ısrarcı olduğunu anlayan vali, ona hakaret etti.
İbnü Ebî Zibin cevabı ders verir mahiyetteydi:
"Allaha yemin olsun ki, söylediklerinin cevabını yüz kere vermeyi, senin heybetinden korktuğum için değil, Allah için terk ediyorum."
Sonra Vali Ziyâd, ısrarından ve ona hakaretlerinden dolayı pişman oldu. Hatasını telafi etmek için epey uğraştı; ancak İbnü Ebî Zibi tarafına çekmesi mümkün değildi.
Sonraki yıllarda Medineye atanan Vali Hasan b. Zeyd, İbnü Ebî Zibe her ay beş dinar gönderirdi. Hz. Ömer döneminde bütün müslümanlara yılda bir defa ödenen maaş ile aylık verilen gıda, Emevîler döneminden itibaren baskı unsuru olarak kullanılmaya başlanmıştı. İktidara yakın olanlar 'atıyye' denen maaşı alabiliyorlardı. Bir ayaklanmaya katılan ya da muhalif durumda olanlar ise bu maaştan mahrum bırakılıyorlardı.
Abbasîlerin ikinci halifesi Ebû Cafer el-Mansûr, Vali Hasan b. Zeyde kızıp onu Medine valiliğinden azlettikten sonra yerine Abdüssamed b. Aliyi vali olarak tayin etti. Sonrasında ona Hasan b. Zeydi hapsetmesini ve onu sıkıştırmasını emretti.
Veliaht el-Mehdî eski vali Hasana karşı müsamahakâr olması yönünde ona gizlice haber gönderdi. Mehdînin elçisi yanındayken Vali Abdüssamed, içlerinde İbnü Ebî Zibin de olduğu on kişiye haber gönderip, Hasan b. Zeydin yanına giderek, onun durumuna bakmalarını istedi. Bu on kişi Hasanın yanına gidip onu gördüler. El-Mehdînin elçisi de yanındayken Vali Abdüssamed onları çağırıp: Adamı ve hapisteki durumunu nasıl buldunuz? diye sordu. Heyettekiler olumlu şeyler söylediler:
Onu rahat bir ortamda gördük. Durumu da gayet iyiydi.
Bu sırada heyettekiler konuşurken İbnü Ebî Zib bir şey söylemeyip susuyordu. Onun suskunluğu Vali'nin dikkatini çekmişti.
Dayanamayıp ona sordu:
Sen ne diyorsun?
Bunlar sana yalan söylüyorlar ve seni aldatmaya çalışıyorlar. O adam çok kötü bir yerdeydi. Pisliğini altına yapıyor. Onun kötü bir durumda olduğunu gördüm.
İbnü Ebî Zib çıkıp gitmek için kalktığında Vali Abdüssamed ona seslendi:
Gel! Başka daha neler biliyorsun?
Bildiklerim sana söylediklerimdir.
Ebû Cafer Mansûr hacca gitmişti. Medinede bulunduğu bir sırada, el-Hasan b. Zeyd ve İbnü Ebî Zibi çağırdı. Ebû Cafere bildirildiğine göre İbnü Ebî Zib, el-Hasan hakkında bilgi sahibi idi.
Ebû Cafer ona:
Allah aşkına diyerek senden talep ediyorum. Hasan b. Zeyd hakkında ne biliyorsun? dedi.
İbnü Ebî Zib:
"Madem Allah aşkına dedin, ben de söylüyorum. Bizi çağırır, bizimle istişare ederdi. Biz, ona hakkı söyleriz. O ise hak ile amel etmeyi bırakır. Arzusuna göre iş yapar. Bir şeyi arzu ederse onu alır, arzu etmezse onu bırakır." dedi.
Vali durumun vahametini anladı. Hemen okları kendi üzerinden başka yöne çevirmek için söze girdi:
Ey Müminlerin Emiri! Allah aşkına söylüyorum. Keşke ona kendin hakkında da bir şey sorsan!
Ebû Cafer, İbnü Ebî Zibe sordu:
Allah aşkına! Benim hakkımda ne biliyorsun? Ben hak ile amel etmiyor muyum? Benim âdil olduğum kanaatinde değil misin?
Allah aşkına söylüyorum. Senin âdil olduğun kanaatinde değilim! Sen zalim bir kişisin! Âmir ve memur olarak zalimleri istihdam ediyorsun. Hayır ve fazilet ehlini bırakmışsın!
Oradakiler, buz kesen hava ile ilgili olarak daha sonra şunları anlatmışlardı:
İbnü Ebî Zib, o ağır sözleri söylediği zaman Ebû Caferin bu sözlerden sonra onu öldüreceğini düşünüyorduk. Bu yüzden korkudan bir köşeye çekildik ve kanı üzerimize sıçramasın diye elbiselerimizi yüzümüze perde yaptık. Ebû Cafer çok kızmakla birlikte ona: Kalk ve çık! dedi. Allah, İbnü Ebî Zibi, Ebû Caferden korumuştu.
Daha sonra Vali Hasan olayla ilgili olarak şöyle demişti:
Allaha yemin olsun ki, onun sözü bana kötü gelmedi. Ben biliyorum ki, o bu sözüyle, Allahın rızasını dilemiştir. Bu söz sebebiyle ne dünyalık elde etmeyi,
ne de Ebû Caferi razı etmeyi dilemiştir. Ona göre bu hak sözdü ve bununla Allahın rızasını dilemişti.
Maaş zamanı gelince Hasan b. Zeyd ona verdiği beş dinara, beş dinar daha ekleyerek, ondan sonra her ay ona on dinar vermeye başladı.
Hasan şöyle diyordu:
Bu artışı sadece Allah rızasını dilediği için yaptım.
Cafer b. Süleyman b. Ali, ilk olarak Medine valisi olunca, İbnü Ebî Zibe yüz dinar gönderdi. İbnü Ebî Zib onun on dinarıyla Kürdî bir elbise satın almıştı. Yaşadığı sürece onu giydi. Ondan sonra çocuğu da o elbiseyi yıllarca giydi. Maddî durumu gerçekten çok kötüydü. Bağdattan kendisine davetiye gelince oraya gitti. Ona bin dinar verdiler; fakat verilen parayı kabul etmedi. Bunun üzerine ona: Parayı al, nerede harcamayı uygun görürsen orada harca. dediler. O da bu parayı alıp -fakirlere harcamak amacıyla- Medineye gitmek üzere yola çıktı. Kûfeye geldiğinde hastalandı ve burada vefat etti. Vefat ettiğinde yetmiş dokuz yaşındaydı.
Kaynakça
Hatiboğlu, İbrahim, İbnü Ebî Zib, DİA, XIX, İstanbul 1999, 453-454.
İbn Sad, Muhammed ez-Zührî (230/844), Kitâbüt-Tabakâtil-kebîr, Thk.: Ali Muhammed Ömer, Mektebetül-Hâncî, Kahire 1421/2001, VII, 558-563.